Sınıf Öğretmenim

  • Full Screen
  • Wide Screen
  • Narrow Screen
  • Increase font size
  • Default font size
  • Decrease font size

Sen Yoktun (Bağımlılık İle İlgili Oyun)

E-posta Yazdır PDF


SEN YOKTUN

Tek Perde Dram

Yazan:                  Erdoğan KÜÇÜKÇELİK

 

SİNAN:                                18 yaşında. Erkek. Orta boylu yakışıklı. Çabuk sinirlenen büyük küçük bilmeyen saygısız bir çocuk. Dalga geçmeyi sever, eğlenmek için saçma da olsa, birine zarar verecek de olsa bir şey yapmaktan çekinmez.

MELEK:                29 yaşında zor şartlar altında okumuş başarılı bir rehberlik öğretmeni.

FUAT BEY:           40 yaşında. Erkek. Bakımlı, düzgün konuşan, her işi para ile çözebileceğine inanan zengin bir iş adamı.

SONGÜL:            36 yaşında. Güzel, bakımlı iyi bir eğitim görmüş bir mimar.

CEMAL BEY:       50 yaşında Kolej müdürü. Uzun yıllar Meb’de çalışmış emekliliği kolej de geçiren yalaka ve çıkarcı birisi.

ERDAL:                 17 Yaşında Sinan’ın yalakası, özenti, meraklı serseri bir tip.

NECLA:                 35 yaşlarında ‘’Şeftali’’ lafına hassasiyeti olan bir öğretmen.

HAKAN:               17 yaşında Sinan’ın arkadaşı

FATMA:               30lu yaşlarda öğretmen.

AÇELYA:               Öğrenci

BERKCAN:           Öğrenci

ALİ:                        Öğrenci

SERAP:                 Hizmetçi.

SİYAH:                  Sinan’ın iç kişiliği

 

 

PERDE 1

Sahne 1

SINIF

Lüks bir kolejin sınıflarından birisi. Öğrenciler konuşmakta ve şakalaşmaktadırlar. Kısa bir süre sonra Necla Öğretmen girer. Sınıfın bir kısmı ayağa kalkar. Diğerleri sallamaz.

 

NECLA:                 Oturun çocuklar. Eveet. Bugün geçen hafta kaldığımız yerden devam edeceğiz. Evet, Ali geçen dersimizde nerede kalmıştık?

ALİ:                        Hocam valla ben halamgillerde kaldım da sizi bilmiyorum.

NECLA:                 Hayır. O değil evladım, hangi konudaydık?

ALİ:                        Haa, konu? Hocam Berkcan, Açelya’yı nasıl tavlayacak onu diyorduk.

AÇELYA:               Avucunu yalar o!

BERKCAN:           Sana bakan kim be?

NECLA:                 Kim dedi onu?

BERKCAN:           Cem dedi Hocam.

NECLA:                 Hangi Cem?

BERKCAN:           Görümcem Hocam. (Sınıfta gülüşmeler)

NECLA:                 Tamam tamam. Saçmalamayın! Bu hafta, ünlü filozofları tanıyacaktık. Eveeet! İlk olarak Socrates! Ne demiş Üstat (Teatral bir oyun gibi) ‘’Bilgi Ruhun Gıdasıdır’’ Ne demiş Sinan?

SİNAN:                 (taklit eder) ‘’Fizik Allah’ın Belasıdır’’ (gülüşmeler)

NECLA:                 Gevezelik etme Sinan, lütfen! Evet. Bir sonraki filozofumuz Descartes, onun en ünlü sözü ise ‘’Düşünüyorum, o halde varım’’ Evet, Erdal söyle bakalım. Descartes Ne demek istemiş bu sözüyle?

ERDAL:                 Hocam, bizim sınıfın yarısı yok demek istemiş.

NECLA:                 Nasıl yani?

ERDAL:                 Bizim sınıfın yarısı düşünmüyor da o yüzden. (gülüşmeler)

NECLA:                 Tamam, arkadaşlar! Dersi dağıtmayalım. Şimdi Aristo! Ne diyor Aristo? Hakan?

HAKAN:               ‘’İkinci üründe anında %25 indirim bizden!’’ diyor hocam.

NECLA:                 O ne yahu?

HAKAN:               Ariston’un mayıs ayı kampanyası Hocam! (abartılı kahkahalar)

NECLA:                 Susuuuuun! Susun diyorum! Tamam aaay! Böyle ders mi işlenir!? Of!

ERDAL:                 Evet, hiç iyi durmuyorsunuz hocam! Bir şeftali suyu için.

NECLA:                 Ay sus o lafı deme!

SİNAN:                 Hangi lafı hocam?

NECLA:                 O işte şeyle başlayan. (çok kötü olmuştur)

BERKCAN:           Şeftali mi Hocam!?

NECLA:                 Ayy! Evet.

SİNAN:                 Heeey! Sessiz olun arkadaşlar! Hocamız rahatsız oluyor şeftali demiyoruz. (Hoca baygınlık geçirecektir)

NECLA:                 Evet. Şey diyorduk. Artistoteles mantığı. Aristo mantığı mesela: Gerçek acıdır, biber de acıdır. O zaman biber gerçektir.

BERKCAN:           Acı ama gerçek!

HAKAN:               Olur mu hocam? Biber acı diye gerçekte biber olacak diye bir şey yok.

ERDAL:                 Hakan doğru diyor hocam. Siz şeftaliyi seviyorsunuz diye şeftali de sizi sevecek diye bir şart yok değil mi?

NECLA:                 Demeyin şu lafı diyorum! (ağlar) demeyin demeyin!! (kaçarak çıkar)

SİNAN:                 Bir susun arkdaşlar! Kaçırdınız zaten güzelim hocayı.

 

SAHNE 2

REHBERLİK ODASI

Aynı kolejin rehberlik odası. Önde bir masa karşısında 2 tane koltuk. Masanın üstünde kitaplar kalemler vs. Masanın arkasındaki duvarda Atatürk resmi, Türk bayrağı vs. Vakit öğlen. Koltuklardan masaya yakın olanda Sinan oturmaktadır. Kulağında kulaklık bacak bacak üstüne atmış müzik dinlemektedir. Kısa bir süre sonra Melek Öğretmen girer. Elinde kağıtlar dosyalar vs.

 

MELEK:                Merhaba, Sinan. (Bakış atar Sinan istifi bozmaz)

SİNAN:                 (ağzının içinde) Hea.

MELEK:                Nasılsın bugün?

SİNAN:                 (kafa sallar)

MELEK:                Şu kulaklığı çıkar, Sinan. Seninle konuşma…

SİNAN:                 (Kulaklığın tekini çıkarır) efendim?

MELEK:                Seninle konuşmam gerek.

SİNAN:                 Ee? Konuşun ağzınızı kapatmıyorum ki.

MELEK:                Yalnız bu konuşmanın Öğretmen Öğrenci konuşması olmasını istiyorum.

SİNAN:                 Nasıl oluyormuş o?

MELEK:                Dinlemen yeterli olacak yani.

SİNAN:                 (Kulaklığı çıkarır) Evet, buyurun.

MELEK:                Son dönemde okulda arkadaşlarına ve öğretmenlerine karşı tavırların…

SİNAN:                 (alaycı) Ne varmış tavrımda?

MELEK:                Sınıfındaki birçok arkadaşınla kavga ettin, kız arkadaşlarının üzerine araba sürdün, seni dersten bırakan öğretmenini dövdün.

SİNAN:                 Evet biraz öyle olmuştur.

MELEK:                Bu tavırlar bu hareketler sana yakışmıyor, Sinan.

SİNAN:                 Size ne, Hoca?

MELEK:                Okul sadece bir öğrencinin dersiyle ilgilenmez hali tavrı ve psikolojisiyle de ilgilenir.

SİNAN:                 Benimkiyle ilgilenmesin o zaman. Hem parayı çatır çatır alıyorsunuz. Diğer şeyler sizi ilgilendirmez.

MELEK:                İlgilendirir. Rehberlik ve Danışmanlık bunun için var, Sinan. Ayrıca rehberlik danışmanı olmasam da seninle konuşurdum. Ben sizin gibi varlık içinde okumadım. Seni çok iyi anlayamam belki ama…

SİNAN:                 Anlayamazsınız. Evet, o yüzden çok da kurcalamayın. Ne olmuş birkaç uyuz çocuğa ve kıza dalaşmışsam onlar da benim gibi zengin züppesi sizin gözünüzde.

MELEK:                Ben sizi zengin züppeleri olarak görmüyorum.

SİNAN:                 Ya ne olarak görüyorsun, Hoca?

MELEK:                Hoca değil Öğretmen.

SİNAN:                 Haa? Pardon efenim örrretmen. Neyse örtmen Hanım çıkabilir miyim?

MELEK:                Hayır. Seninle sadece geçmişte yaptığın birkaç kavga için konuşmak istemedim, Sinan. Konu çok daha sıkıntılı. Birkaç arkadaşın seni okulun dışında serseri ve hap kullanan tiplerle konuşurken onlara para verirken görmüşler. Doğru mu?

SİNAN:                 Doğru ya da değil size ne?

MELEK:                Sinan! Bu şaka yapmaya, kavga etmeye benzemez hayatın mahvolur!

SİNAN:                 Bana bak Hoca! Ne yapıp ne yapmayacağıma ben kendim karar veririm. Karışmayın benim hayatıma.

MELEK:                Bu konuda olmaz. Velinle görüşeceğim! Babana haber et yarın okula gelsin görüşeceğim.

SİNAN:                 Babam mı? (gülmeye başlar) Babam ha? Tabi tabi. Babamı görürseniz benden çok selam iletin. Sinan’ın selamı var deyin. ‘Kim o’ derse ‘önemli biri değil oğlun’ deyin.

MELEK:                Dalga geçme, Sinan.

SİNAN:                 Dalga yok, hoca. Ben babamı 6 ayda ya da yılda bir görürüm. Siz tutup okula gelsin diyorsunuz. Size bol şanslar dilerim. Sinan ekspres kalkıyor. Binmezseniz teessüf ederim. (Sinan okul ceketini alır, sırtına atar ve çıkar)

SAHNE 3 SINIF

ERDAL:                 Neredesin kanki yahu?

HAKAN:               Harbi yahu, seni bekliyoruz yarım saattir. Neredeydin?

SİNAN:                 Yeni rehberlikçi ile randevum vardı.

ERDAL:                 Yapma be? Ciddi misin?

SİNAN:                 Bana yazıyor kesin pederin definede gözü var.

HAKAN:               Vallaha mı lan?

SİNAN:                 Hee vallaha! Manyak manyak konuşmayın. Siz ne yaptınız?

HAKAN:               Mal mal oturduk.

ERDAL:                 Kanki Sinanki! Bu aralar çok sıkılıyorum yahu. Böyle bizi daha ortama sokacak, daha uçuracak bir şeyler lazım. Hep aynı dalga. Hocayla dalga geç, kızlarla dalga geç. Alkol filan da arada süper oluyor da o da kesmiyor vallaha. Ne yapsak ki?

SİNAN:                 Sen rahat ol, kanki. Sinan var burada. Öyle bir dalga buldum ki uçuracak bizi.

ERDAL:                 Var ol, kanka. Da neymiş bu dalga?

SİNAN:                 İşte burada. (Küçük bir poşetin içinde haplar vardır. Bunları Erdal’a gösterir) Nasıl ama?

ERDAL:                 Düşündüğüm şey mi bu la? Şey? Uyuşturu…

SİNAN:                 Hayır. Öyle deme alınıyor. Uçuşturucu! (Erdal ve Sinan güler)

HAKAN:               Ne kaynatıyorsunuz beyler? Ben bir şey anlamadım.

ERDAL:                 Kaynıyor bir şeyler. Haşlama yapacağız akşam.

HAKAN:               Ne haşlıyoruz?

ERDAL:                 Ne diyorsun, Sinanki?

SİNAN:                 Sorun yok Hakan da mutfaktan. (ona da gösterir)

HAKAN:               Hooobaaaa! Desene bu akşam alem var!

 

 

SAHNE 4

REHBERLİK ODASI (Melek ve Fatma Öğretmen odadadır. Melek’in elinde telefon vardır.)

 

MELEK:                (Telefonda) İyi günler. Ben Fuat Çelenoğlu ile görüşmek istiyordum. Tabi beklerim. (Sessizlik) Merhabalar. Fuat Bey… Sekreteri mi? Tamam. Hayır randevum yok. Bakın. O kadar bekleyemem. Birkaç dakika. Oğlu ile ilgili ben Sinan’ın öğretmeniyim ben. Evet önemli bir husus olmasa aramam hanımefendi. Bekliyorum. (Durur saatine bakar) Efendim? Evet. Nasıl? Ama bakın Fuat bey ile konuşmalıyım. Tamam hanımefendi tamam. İyi günler.

 

FATMA:               Hayırdır, Melek?

MELEK:                Bir veli ile görüşmem lazım, öğretmenim. 12lerden Sinan Çelenoğlu. Ama

FATMA:               Fuat Çelenoğlu ile mi? Kolay gelsin şimdiden Melek Hocam. Adam Ülkenin mobilya patronlarından, Sinan’ı kaydederken bile gelmemiş ki okula. Siz görüşmekten bahsediyorsunuz.

MELEK:                Ama konu önemli öğretmenim.

FATMA:               Nedir ki sorun?

MELEK:                Şimdilik söylemesem daha iyi.

FATMA:               Telefonda ne söylediler.

MELEK:                Sekreteri ile görüşebildim. O da Sinan’la ilgili konular annesiyle görüşün demiş. Randevu bile vermedi adam anlayacağınız.

FATMA:               Okulun en zengin velisi tabi. Bence çok mühim ise bile uğraşmayın.

MELEK:                Bir de annesi ile görüşeyim.

(sahne kararır)

 

SAHNE 5

EV

(Ev. Sinan eve gelmiştir. Kapıda evin hizmetçisi Serap Hanım vardır)

SERAP:                 Hoş geldiniz, Sinan Bey.

SİNAN:                 ( Cevap vermez)

SERAP:                 Gününüz nasıldı?

SİNAN:                 Annem uğradı mı?

SERAP:                 Hayır. Ama Fuat Bey buradalar, efendim.

SİNAN:                 Babam mı? Ne işi var ki? Odasında mı?

SERAP:                 Evet efendim.

SİNAN:                 (Ceketini çıkarır. Babasının odasına yönelir) Baba? Baba? Müsait misin gelebilir miyim?

FUAT:                   Birazdan. Şimdi olmaz.

SİNAN:                 Peki. (Telefon çıkarır) Erdalovski, Hakanoviçi de ara bize gelin. Ev müsait.

(Sahne kararır)

(Işık. Sinan, Hakan ve Erdal kanepe karşısında PES oynamaktadırlar)

HAKAN:               Ben niye oynamıyorum yahu?

ERDAL:                 Oğlum, ne Barcelonaymış ya? Deli etti adamı!

HAKAN:               Ben niye oynamıyorum yahu?

SİNAN:                 Oyunun uzmanı var burada kanki. Bir uzman, bir Messi ne etti sana? Hooop 4 0!

ERDAL:                 Ööööf! Valla şifre var oyunda.

SİNAN:                 Pes de ne şifresi kafan mı güzel? 4 0 sende kötü etki yapıyor. Oynama sen.

ERDAL:                 Ne kafası oyununa bak geliyor geliyor! Ronaldo Ronaldo Ronaldooooo! Hadi beeee! Ne Valdez miş arkadaş! Yine tuttu.

SİNAN:                 Hoop. Yine Messi Messi Messiiiiii, Ankaramessi Ankaramessi Ankaramessiiiiii…. Ve goooooool!!!! 5 0!

ERDAL:                 Ulan Casillas! Ulan Casillas. Senin eldiveni var ya o eldivenin! O eldiven Senin…

HAKAN:               Ben niye oynamıyorum yahuuu!!!

SİNAN:                 La bir sus iki dakika, gömeceğim gözünün üstüne.

ERDAL:                 Adama bak hem kazanıyor hem de sinirli.

SİNAN:                 Öyleyimdir ben. Hadi biraz da Sitrit Faytır oynayalım.

HAKAN:                               Sinan?

SİNAN:                 Ne lan?

HAKAN:                               Ben niye oynamıyorum yahu?

ERDAL:                 Olur aç ben Honda’yım.

HAKAN:                               Ben?

SİNAN:                 Honda mı oğlum Honda 150 kilo. Sen 25 kilosun nasıl kullanacan onu?

ERDAL:                 Benim ruhum şişman Sinanki.

SİNAN:                 Ben de Dalsım’ım sana dalasım var çünkü.

HAKAN:                               Ben?

ERDAL:                 Hadi başla dal da görelim.

SİNAN:                 Kaçma lan!

HAKAN:                               Ben?

SİNAN:                 Sıkıştırmasana oğlum.

ERDAL:                 Ha ha ha ha

HAKAN:                               Ben?

ERDAL:                 Tekme! Tekme! (Bir yandan da Hakan’a vurur)

SİNAN:                 Sille sille! Tokat Tokat!(O da) (Doğaçlama bir oyun bir yandan oynar bir yandan Hakan’a vururlar Hakan ağlar)

ERDAL:                 Kanki, Hakan ağlıyor?

SİNAN:                 Ne oldu lan niye ağlıyorsun?

HAKAN:                               Ya Erdal? Sinan?Kankiler? Ben niye oynamıyorum yahu!?!?!

SİNAN:                 Ulan ben senin… (Fuat Bey elde telefon odadan çıkar)

FUAT:                                   Anladım Cevdet. Adamları iyi ağırlayın. Hiçbir şey eksik olsun istemiyorum. Global bir büyüme sağlamak için bu işi halletmeli ve anlaşmaya varmalıyız.

SİNAN:                 Baba? Baba?

FUAT:                   Bir saniye, Sinan. Cevdet ben şimdi çıkıyorum. Hesapları da inceledim iyi bir iş çıkarmışsın. Halil’i ara uçaktaki yerimi ayarlasın.

SİNAN:                 Baba?

FUAT:                   Ne var Sinan?

SİNAN:                 Şey. Okuldaki rehberlikçi senle görüşmek…

FUAT:                   Olmaz! İşim başımdan aşkın. Annene söyle. (Telefona döner) çıkıyorum şimdi. Dediğim eksiksiz olsun her şey. (Çıkar)

SİNAN:                 Peki baba.

ERDAL:                 Peder Bey formunda kanki, yine bizi fark etmedi bile.

SİNAN:                 Aman! Salla moruğu. Serap! (serap gelir)

SERAP:                 Buyurun efendim.

SİNAN:                 Annem gelecek miymiş?

SERAP:                 Yarın sabah efendim.

SİNAN:                 Tamam siz yarına kadar izinlisiniz. Gidin.

SERAP:                 Ama…(Sinan bakar) Peki efendim. (toparlanır çıkar)

SİNAN:                 Kankalar, hadi biraz uçuralım burayı. (Sahne kararır)

 

SAHNE 6

PARTİ

(Fonda hareketli bir müzik. Etraf duman altı. Kızlı erkekli bir parti ortamı)

(parti dağılır. Gölgede koltukta Erdal, Sinan ve Hakan’ı görürüz)

 

ERDAL:                 Bu fena bir şeymiş Sinan. Uçuyorum sanki.

SİNAN:                 Uçarsın tabi. Ne dedim ben ‘’Sinan’ı bul, kanatlandırır’’

HAKAN:               Harikaymış! O değil de Sinan ben niye oynamadım?

ERDAL:                 Sen hala orada mısın ya?

HAKAN:               Yok. Çok uzaklardayım.

 

SAHNE 7

REHBERLİK ODASI

(Rehberlik odasında Melek öğretmen bekler, biraz sonra Songül Hanım girer)

MELEK:                Hoş geldiniz. Geldiğiniz için çok teşekkür ederim, Songül Hanım.

SONGÜL:            Hoş bulduk. Şey isminiz neydi?

MELEK:                Melek. Rehberlik öğretmeniyim.

SONGÜL:                            Anladım. Sinan ile ilgili görüşecektiniz sanırım. Yalnız benim çok fazla zamanım yok. Telefonda çok acil demiştiniz. Sorun nedir? Sinan yine yaramazlık mı yapıyor?

MELEK:                Hiçbir öğretmenini umursamaması, arkadaşlarını ezmesi falan hep yaptığı şeyler. Bunlar konusunda pek sıkıntı yok çünkü herkes bunları kanıksamış durumda. Bu tavırları zaten değişmeli bunu bir şekilde halledebiliriz gibi ancak bu sorun çok farklı bir sorun.

SONGÜL:            Neymiş sorun, hanım efendi? Bunları bana daha önce telefonla da bildirilen sorunlardı. Psikoloğa gönderdik. İstediği bir çok şeyi de aldık mutlu olsun. Bu tavırları bıraksın diye. Ama siz hala aynı olduğunu söylüyorsunuz.

MELEK:                Evet.

SONGÜL:            O zaman bu Sinan’ın karakteridir. Elden bir şey gelmez.

MELEK:                Bu dedikleriniz de iyi çözüm olabilir ama işe yaramamış. Bunu kendisiyle konuştunuz mu?

SONGÜL:            Şey… Yani konuştum tabi ama üstün körü. Son birkaç yıldır yoğunuz. Ben de Fuat da. Ama tüm ihtiyaçları karşılanıyor fazlasıyla. Babası istediği arabayı bile aldı.

MELEK:                İnsanın tek ihtiyacı bunlar değildir. Biraz ilgili ister gençler 17sinde bir erkek de olsa bu böyledir. O bir birey değil daha bir çocuk. Karakterinin şekillenmeye başladığı çağlarda. O şimdi Konuşmak ailesine derdini sorunu hatta birçok kez mutluluklarını anlatmak ister. Bu onun için arabadan ve paradan daha önemlidir.

SONGÜL:           Haklısınız belki ama çok yoğun insanlarız buna çok vakit olmuyor. Ben işim gereği şehirler arası çok seyahat ederim. Hatta Fuat yeri gelir aylarca evde olmaz.

MELEK:                Bu da Sinan’ı yalnızlığa iter.

SONGÜL:            Yo yo. Yanılıyorsunuz. Sinan’ın bir sorunu yok. Konuşacaklarınız bitti ise…

MELEK:                Sinan uyuşturucu kullanıyor olabilir. Bazı arkadaşları görmüş. Bakın…

SONGÜL:            Ne diyorsunuz siz!? Mümkün değil.

MELEK:                Songül Hanım…

SONGÜL:            Hayır bu kabul edilebilir bir şey değil. Emin misiniz bunun olduğuna?

MELEK:                Hayır ancak...

SONGÜL:            Bu dediğiniz bizim gibi soylu bir ailenin şerefine gölge düşürür. Bu asla kabul edilemez. Sizi böyle konuşmaktan men ederim. Yaramazdır ama uyuşturucu da ne demek oluyor!

MELEK:                Pekala, hanım efendi (Telefon çıkarır) Bakın Sinan sınıfından birkaç kişinin çektiği fotoğraflar bunlar.

SONGÜL:            Nasıl? (bakar, şok olur) Hemen Fuat’ı aramam lazım!

(Sahne kararır)

 

SAHNE 8

MÜDÜR ODASI

(Cemal Bey ayakta Fuat Bey koltuktadır. Fuat sinirli, Cemal endişelidir)

CEMAL:                               Ooo. Aman, Fuat Bey neden zahmet ettiniz? Bir sorun yoktur umarım.

FUAT:                   Telefonda duyduklarım doğru mu müdür bey? Bu ne demek oluyor?

CEMAL:                               Bilmiyorum efendim. Ben de sizin gibi şimdi duydum. Şey, bir çay kahve ister misiniz?

FUAT:                   Bırakın şimdi çayı filan. Rehberlik hocası buraya çağırın hemen.

CEMAL:                               Peki, derhal efendim. (Sağdan Melek öğretmen girer)

MELEK:                Fuat Bey sizsiniz demek.

FUAT:                   Evet. Songül’ün anlattığına göre oğlumun hap kullandığını söylemişsiniz.

MELEK:                Evet, maalesef. Oğlunuz bir süredir...

FUAT:                                   Siz ne söylediğinizin farkında mısınız? Bu dediğinizin elle tutulur yanı olsa iyi olur aksi halde sizi dava ederim?

CEMAL:                (telaşla) Aman Fuat Bey. Ne gerek var böyle şeylere? Hem ben Sinan oğlumuzu bilmez miyim? Efendi çocuktur babası gibi. Melek hanım sizi de teessüf ederim.

MELEK:                İstediğinizi yapın. Ortada anne baba ilgisinde mahrum edilmiş bir genç var ve onun için ne gerekirse yaparım.

FUAT:                   Sözlerinize dikkat edin. Bu okula tonla para veriyorum, sizlerin maaşınızı da ben ödüyorum.

MELEK:                Peki öyle olsun. Bakın burada dediklerimi doğrulayan fotoğraflar var. (Fuat görür)

FUAT:                   (Yıkılır) Allahım... bu.. nasıl olur? Tamam. Melek Hanım rica ederim bu konu aramızda kalsın. Dediğiniz gibi yapacağım. Onunla konuşacağım. (Çıkar)

 

SAHNE 9

EV

(Sinan eve gelir. Adımları düzensizdir. Başı döner. Yere düşer. Kendi kendine konuşur. Gözlerini ovalar. Terlemektedir nefes alışı düzensizdir. Sağdan siyah pelerinli birisi girer)

SİYAH:                  Selam Dostum. Nasıldı günün?

SİNAN:                 Sen de kimsin be?

SİYAH:                  Ben mi ben senin dostunun? Kimse olmadığı zamanlarda yanında olan dostun.

SİNAN:                 Nasıl yani?

SİYAH:                                  Ben senin bir parçanım. Annenim ben, babanım, arkadaşınım senin... İçindeki yalnızlığım ben! Hadi biraz çek kafayı da, kurtulalım bu yalnızlıktan!

SİNAN:                 Git buradan. Git başımdan def ol.

SİYAH:                  Gideceğim zaten ama seni de alıp gideceğim! Hadi Sinan, hadi...

SİNAN:                 (Sinan bayılır gibi olur. Fuat girer)

FUAT:                   (Sinirlidir) Sinan! Sinan! Bu sölenenler doğru mu?

SİNAN:                 (kendine gelmeye çalışır) Baba? Baba sen misin?

FUAT:                   Sinan, sen hiç mi aile şerefimizi düşünmüyorsun. Bizi nasıl durumlara soktuğunun farkında mısın? Sen uyuşturucu mu kullanıyorsun ha!

SİNAN:                 Evet.

FUAT:                   Ne? Evet mi?

SİNAN:                 Evet!

FUAT:                   Ne demek kullanıyorum ha!? Neyin eksik ki? Senin sahip olduğun şeyler kimde var?

SİNAN:                 Evet doğru herşeyim var!

FUAT:                   Eee o zaman neden bir sokak serseri gibi madde kullanıyorsun?

SİNAN:                 Her şeyim var. Evet her şeyim var ama... Sen yoktun! Zenginliğin içinde bile zengiliğim var. Ama bir babam yok. Bir annem yok. Doğrudur. Her şeyim var, arabalarım, limitsiz kartlarım, sahtekar dostlarım. Hepsi var! Hepiniz sağ olun. Ama bir babam yok. Neyim eksik biliyor musun baba? Bana aldığın bir arabadansa sevgiyle başımı okşamana ihtiyacım vardı. İçten bir oğlum deyişine ihtiyacım vardı. Sevindiğimde yanımda üzüldüğümde arkamda olmana ihtiyacım vardı.

FUAT:                   Sinan…

SİNAN:                 Ama sen bir ruh gibiydin, bir siluettin benim için. Evde arasıra dolanan babamın hayaletiydin. Elimi sana her uzattığımda, boşluğa düşüyordum ve kendimi yalnızlığımın içinde buluyordum. Kendi o haplara veriyordum ben de. Onlar unutturuyordu bana seni.

FUAT:                   Oğlum! Bak, ben...

SİNAN:                 Sus baba. Elbet vardır bir sebebin... ama hangi sebep insanı bir baba şefkatinden mahrum bırakmaya değer? Bana para verme, baba? Benim yanımda ol, bana destek ol. Bana baba ol!

FUAT:                   Anlıyorum oğlum. Ben… Ben. Çok üzgünüm. Şandı, şerefti, paraydı derken ‘baba’ olmayı unutmuşum. Affet beni. Sana söz veriyorum. Seni o iletten kurtaracağım ve hep senin baban olacağım.

SİNAN:                 Baba!

FUAT:                   Oğlum! (Sarılırlar. Işık söner)

 

-SON-





Related news items:
Newer news items:
Older news items:



You are here: